YENİ BİR DİL ÖĞRENİYORUM
Benim hiç köyüm olmadı. İstanbul'da teras katında saksıda büyüyen çiçekler gibi başlamıştık yaşama. Senelerce her yaz tatilinde yahut ara tatillerde arkadaşlarımın ballandıra ballandıra anlattıkları köy hatıralarını dinledim hep. Mustafa Kemal'in dayısının çiftliğinde kargaları nasıl kovaladığını okuyarak merak ettim köy hayatını çocukluğumda.
Benim annem babam da kasaba çocuklarıydı üstelik. Anneannemlerin babaannemlerin evleri bahçeli ve müstakildi pek çok ev gibi. Şimdilerdeki gibi yüksek katlı binalar ve apartmanlar yoktu o yıllarda. Herkesin bahçesinde tavukları vardı, soğan marul yetiştirdikleri bahçeleri vardı. Elma ağaçları, armut ağaçları, dut ağaçları vardı, çocukları torunları yiyebilsinler diye. Hiç ağaca çıkıp meyve de toplamadım ben. Zira şehir çocuklarıydık biz, bir yerimizi kırarız diye büyüklerimiz de müsaade etmezlerdi.
Kasabada yaşamalarına rağmen babaannemlerin bahçelerinde kazları ördekleri de vardı. Tatile gittiğimizde bayılırdık bizleri süzmeye çalışan, kovalayan kazları izlemeye, onlarla oyunlar oynamaya. O kadar uzaktık ki topraktan, bir gün babaannem bana yavrum bahçeden soğan getir demiş. Ben de ağacın altına gidip bakmışım soğan yok, çünkü soğanın ağaçta yetiştiğini düşünüyormuşum. İçeri girip babaanneme ağaçta soğan yok babaanneciğim demişim. Seneler sonra benden oldukça yaş olarak büyük kuzenim bu anekdotu bana anlatmış, katıla katıla gülmüştük o çocukluk hallerime beraberce. Şimdilerde biliyorum soğanın artık ağaçta yetişmediğini ama işte o kadar. Zira hayatımın hiçbir döneminde bir çiçek ekmişliğim dahi olmadı benim. Sadece suyunu verdim çiçeklerime.
Yıllar evvel büyük oğlum ortaokula gittiği yıllarda bir gün bana ''anne 1 dönüm olsun bir tarlanız olsun, organik bir şeyler yetiştirin, yarın öbür gün çok işinize yarayacak'' demişti, daha dün gibi hatırlarım. ''Aman oğlum, benim öyle bir kültürüm yok, ben hiç anlamam o işlerden herkes bildiği işi yapsın'' dediğimi hatırlarım yavruma. Gel zaman git zaman, bu pandemi günlerinde, aslında hakikaten toprağa ne çok ihtiyacımız olduğunu deneyimleyerek öğrendiğimiz şu zamanda, tam da köyün içerisinden bir tarla aldık, eş dost aracılığıyla. Hiç bilmediğim yeni bir kültürle tanışıyorum şimdilerde en azından kendi adıma. Çünkü tuhaf bir biçimde heyecanlanmaya da başladım daha şimdiden. Bu konuda eşim benden çok daha hevesli üstelik. ''Her şeyi ben yapacağım sen merak etme'', deyip beni rahatlatsa da, hala neyi nasıl yapacağımı bilemediğim garip duygular içerisindeyim.
Geçen gün tarlaya gittik eşimle. Yan taraftaki tarlanın sahibi amca yanımıza geldi, tanıştık. ''Sizin tarlanız nereden başlayıp nerede bitiyor amca'' diye sordum kendisine. Parmağını uzatarak bana ''bak karşıda sarmaşıklar var, oraya kadar benim tarlam'' dedi. Baktım, baktım, baktım onun işaret ettiği yöne doğru, ama çalılıktan başka da bir şey göremedim. Çünkü hangisinin kuru dallar arasında sarmaşık olduğunu bilmiyorum. Sonra düşündüm kendi kendime, demek ki doğanın da dili varmış dedim. Kiraz ağacının yanında ne var, ceviz ağacının altında ne bulunuyor? Hatta çamura battığında çizmelerini nerede temizleyeceksin? Bunların hepsi benim bilmediğim yeni bir dil. Tarlaya her gittiğimde neyi nasıl yapacağımı, nerede nasıl duracağımı da tecrübe ediyorum. Üstelik öğrenmek istediğiniz takdirde eğer hevesliyseniz doğanın sizinle hem konuşuyor ve öğretiyor olmasını da şaşkınlıkla izliyorum. Galiba bu öğrenme de hep devam ediyor, heyecanlı ve istekli olduğunuz takdirde, yani doğa size öğretmeye hep devam ediyor.
Tüm bunları benim gibi bu konuya dair bilgisi olmayan fakat cesareti ve heyecanı olan insanlar için paylaşıyorum. Belki kendilerinin yalnız olmadığını hissedip cesaretlenebilirler diye. Sözün kısası, yeni bir yolculuğa çıkar gibi, yeni keşifler yapacakmışım gibi heyecanlıyım bu günlerde. Hem de hiçbir şey bilmememe rağmen. Bu anlamda önce kendimin sonra da bu iş için paçalarını sıvayanların gazası mübarek olsun. Yarın öbür gün o çok sevdiğim şalvarlarım ve ayağımda lastik ama çiçekli çizmelerimin içerisinde beni görürseniz şaşırmayın. Umarım herkes kendi hayat yolculuğunda eğlenerek en çok da severek öğrenmeye devam eder. Zira yaşam çok kısa, ve bilmediğimiz dilleri öğrenmek için hala şükür ki zamanımız var hepimizin en azından şimdilik.
Sevgilerimle 23 Şubat 2021
Yorumlar
Yorum Gönder